Bu "tefsir"in temel mantığı, Kur'an-ı Kerim'in nüzûl ortamında ifade ettiği anlamı, klasik tefsirlerden de istifade ederek okuyucuya özlü bir şekilde sunmaktır. Mâlûm olduğu üzere Kur'an'ın en temel mesajı "tevhit"tir. Allah'ın birliği anlamına gelen tevhit, onun denginin ya da zıddının bulunmaması, ulûhiyyete lâyık yegâne mâbut olması demektir.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hasan Elik ve araştırma görevlisi Muhammed Coşkun "Kur'an'ın yeniden anlaşılması" bağlamında kendini hissettiren ihtiyacı; başta Taberî ve Matüridi'nin tefsirleri olmak üzere temel kaynakları ve bu ihtiyacı gidermeye yönelik çalışmaları göz önünde bulundurarak bu çalışmayı günümüz Türkçesi ile gerçekleştirmişlerdir.
Kur’an’ın İndirildiği dönemi esas alarak hazırlanan Tevhit Mesajı; muhtasar/özlü bir tefsiri olup 2013 yılından beri muhtelif baskılarla yayınını sürdürmektedir. Söz konusu Tefsir; Mushaf metnini, Arapça açıklamaları ve referansları içeren 4000’e yakın dipnotla birlikte 1500 sayfa civarında oldukça hacimli bir çalışma olup birçok akademisyen ve ilgili okuyucunun istifade ettiğini belirtiği bir eser olarak bu haliyle yayınlanmaya devam edecektir.
Ancak Mushaf’ı ve dipnotlardaki Arapça bazı açıklamaları okuyamayan, ilgili kaynakları orijinalinden etüt etme imkânı olmayan okuyucularımızdan bu Tefsirin; Mushaf metni olmaksızın ve Arapça notların Türkçeleştirilerek hazırlanması yönünde ciddi talepler geldi. Ayrıca bu çalışmanın “iniş sıralı” olarak düzenlenmesiyle ilgili de arzu ve istekler oldu.
Bu vesileyle şunu ifade etmek isteriz ki, iniş sıralı/kronolojik Kur’an çalışması; Bu sûre, Mekke'de inmiştir, şu sûre Medine'de inmiştir” şeklinde Kur’an sûrelerini, sıralamaktan ibaret değildir. “İniş sıralı” bir çalışma; sûrelerin/ayetlerin; nerede, hangi şartlarda, kiminle/kimlerle ilgili, hangi sorulara cevap mahiyetinde indirildiğini, hangi mevzuyu işlediğini, hangi mesajı verdiğini, kısaca “esbab-ı nüzûlü” göz önünde bulundurarak ayetlere buna uygun mana vermeyi gerektirir. Okuyucusunun fark edeceği üzere Tevhit Mesajı’nın özelliği, bu hususları dikkate almasıdır. Bu itibarla da “iniş sıralı” niteliğini hak ettiğini düşünüyoruz.
Daha geniş kitlelerin istifadesine sunulması açısından söz konusu isteklerin yerinde ve haklı talepler olduğuna inanarak Tevhit Mesajı’nı, bu özellikleri taşıyan yeni biçimiyle değerli okuyucularımıza sunmanın mutluluğunu yaşamaktayız.
Şu hususu da belirtmekte fayda görüyoruz: Bu Tefsiri okurken, referans ve dipnotlarla ilgili daha geniş bilgi ve açıklamalara ihtiyaç duyan değerli okuyucularımızın, Mushaf’taki sıraya göre telif edilmiş, Mushaf metnini ve Arapça notları da içeren ana çalışmamıza başvurabileceklerini hatırlatmak isteriz. Sûre başlarında; Mushaf'taki sıralamanın da parantez içinde gösterilmiş olması bunu kolaylaştıracaktır.
İnsanı; özündeki değerlere/fıtrata çağıran Yüce Kur'an'ın sesini duymak ve duyurabilmek duasıyla…
Çocukluğumuzda, Allah hakkında bize öğretilen en temel bilgi şu idi: “Allah ne yerde ne göktedir; O, mü’minin kalbindedir”. Altmış beş yıldan beri devam eden din eğitim ve öğretimim neticesinde ulaştığım ilmî ve itikadî sonuçla da paralellik arz eden bu söylemden hareketle “İçimizdeki Allah” adını verdiğimiz elinizdeki kitapta; Allah Teâla ile insan ilişkilerini bu bakış açısıyla sunmaya çalıştık.
Ülûhiyet / Tanrı fikri, insanın ruhunda var olan aslî bir değer, fıtrî bir gerçekliktir. Öyle ki insan; tüm insânî değerlerin inşâ edicisi, öğreticisi olan yaratıcının bilgisiyle doğar. Bu, Yüce Yaratıcının insanın doğasına nakşettiği temel bir özelliktir; tıpkı akıl, basiret vb. fıtrî özellikleri gibi.
Kur’an-ı Kerim’de; “Allah’ın; yegâne yaratıcı kudret olduğuna dair delillerin/işaretlerin, insanın içinde mevcut olduğunu”, (Zâriyat 51/20-21.) “Allah’ın; insanın Rabbi olduğu gerçeğini, yaratılışında onun benliğine nakşettiğini” (A’raf 7/172) bunun vahiyle de desteklendiğini, hatırlatıldığını ifade etmektedir.
Allah; hakikattir, hakikat sevgisidir, anlam ve değerdir, bütün varlığın ve doğal olayların temeli, insanî değerlerin bütünü, ulaşılmak istenen “en iyi” dir. Daima hakikati, en iyiyi arayan insan aklı ve yüreği ise bütün bunların yalnızca O’nda bulunduğuna inanır ve O’na ulaşmak, O’na sığınmak, O’nun himayesinde güvenli ve huzurlu olmak ister.
İnsan; doğal, fıtrî değerlerini koruduğu müddetçe aradığı, ulaşmak istediği o Yüce kudreti içinde, kendisini de güvende hissedecektir.
Bu kitapta; dünya-ahiret, madde-mana, din-bilim vb. mevzular ele alınarak; değerlerin birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olduğu, hayata bütüncül bakışın ve insan yaşamında dengenin ancak böyle sağlanabileceği fikri üzerinde durulmaktadır.
Denge; hayatın terazisi, varlık, iş ve oluşun üzerine oturduğu temeldir.
Yapısal olarak madde ve mana (ruh- beden) dengesinden müteşekkil olan insanın; hayatı anlamlı ve verimli olarak yaşayabilmesi, kendisinden bekleneni yerine getirebilmesi de yaratılıştan getirdiği değerleri dengede tutmasına bağlıdır. Kur’an'ın anlattığı doğal/fıtrî nizam olan İslam dini bunu emretmekte, müminlerin: “Rabbimiz! bize dünyada da ahirette de iyilik ver” (Bakara2/201) şeklinde dua etmelerini ve bunun için çaba göstermelerini istemektedir.
Bilimsel araştırmalar da Hz. Peygamberin en temel özelliğinin denge olduğunu ortaya koymuş, bilim adamı Michael Hart; dünyanın gidişatını değiştiren “en etkin 100 kişi” araştırmasında Hz. Peygamberin ilk sırada olduğunu tespit etmiş ve O’nun bu özelliği ile öne çıktığına vurgu yapmıştır.
İnsanın maddî ve manevî istek ve ihtiyaçlarına karşı çıkmak; bizatihi onun yapısal özellikleriyle, doğasıyla mücadele etmek anlamına gelir ki hangi görüş, inanç ve düşünce adına olursa olsun böyle bir yaklaşımın, doğal/fıtrî /ilahî sistem karşısında mağlubiyete maruz kalacağı kaçınılmazdır.
Kişisel ve toplumsal huzurun; değerlerle ilgili her türlü aşırılıklardan (ifrat ve tefrit) uzak, dengeyi esas alan inanç ve düşünceyle mümkün olacağı anlayışı, hayatı daha anlamlı, insanı daha mutlu kılacaktır.
“Yaratan ve Yaratılanlarla İletişim Biçimi Olarak İbâdet” adını verdiğimiz bu kitapta ibdetlerin; şükran ve tazim duygusuyla Hakk’ın rızasına ulaşmayı, başta insan olmak üzere bütün varlığa şefkat, merhamet ve sevgiyle yaklaşmayı gaye edindiğini ifade etmeye çalıştık.
Bir başka ifadeyle İbâdet; insanın sadece Allah ile olan iletişim ve irtibatıyla sınırlı olmayıp, O’nun yarattığı tüm varlıklarla, özellikle insanlarla ilişkilerini de kapsamaktadır.
Nitekim mazeret sebebiyle Yaratana karşı yerine getirilemeyen yahut kusurlu olarak îfâ edilen bazı ibâdetlerin, kezâ dinin belirli yasaklarının ihlâlinin; muhtaç insanlara maddî destek vermek suretiyle karşılanmış/telafi edilmiş olacağına dair Kur’an’ın beyanları malumdur. Örneğin; tutulamayan oruçlar mukabilinde yoksullara fidye verilmesi, yemin kefareti olarak yoksulların doyurulması, giydirilmesi gibi hükümler bunlardan bazılarıdır.
İbâdeti; Kur’anî kapsam ve niteliklikte anladığımız ve yerine getirdiğimiz takdirde, Hak ve halkla iletişimimizi birbirinden ayrılmaz bir bütünlük içinde sürdürür, maddî ve manevî sorunlarımızı çözerek huzura ereriz.
“İç rahatlığı ve halinden memnun olma durumu” olarak ifade edilen huzur; insanoğlunun temel güdülerinden biri olup; din, edebiyat ve felsefenin üzerinde durduğu ve bütün insanların aradığı, ulaşmaya çalıştığı kadim değerlerden biridir. Nitekim modern çağın insanı, birçok şeye sahip olmasına rağmen hala huzuru aramaktadır. Zira huzur, “sahip olmak” ile değil, “olmak” ile alakalı bir değerdir. Bu bakımdan, aşkın/yüce değerlere ve manevî vazifelere inanmak, bu yolda insanın en önemli yardımcısıdır. Huzura ulaşmak için bireysel ve toplumsal ölçekte yapılması gereken birçok şey vardır. Aslında arzu ettiğimiz her şey için önce bedel ödemek, bir anlamda yatırım yapmak gerekmektedir. Bu; başarı, refah, sağlık, vb. tüm isteklerimiz için geçerli değil midir? Emek vermeden, hatta farkında bile olmadan Yüce Yaratıcının bize lütfettiklerinin dışında istediğimiz bir şeyi elde etmek için, önce bizim gayretimiz gerekmektedir. Örneğin; öğrenci önce çalışacak, sonra istediğini, yani başarıyı elde edecektir. Keza bütün meslek ve aktiviteler için aynı şey söz konusudur. Şunu unutmayalım ki; istediğimiz şeyler sonuçtur. Sonuca ulaşmak için ise sebeplere sarılmak, gereğini yapmak icap etmektedir. Kur’an; bireysel ve toplumsal ölçekte huzurlu bir hayat yaşamamız hususunda bize rehberlik etmekte; bunun için de önce sorumluluklarımızı hatırlatmaktadır. Elinizdeki kitapta, huzur ve güven içinde bir hayat yaşamamızı sağlayacak bu ilkelere dikkat çekilmektedir.
Birçok Kur’ân yorumcusu, bazı âyetlerden hareketle Kur’ân’ın nüzûl öncesinde O’na müdahale etmek isteyen cin-şeytan gibi varlıkların; nüzûl sonrasında ise O’nu tahrif etmek isteyen insanların müdahalesine karşı ilahî korumanın teminatında olduğunu söyleyerek, bugün orijinal haliyle elimizde bulunan Kur’ân’ın işte bu koruma sonucu aslını muhafaza ettiğini ileri sürmüştür. Bu tezi ispat etmek için de, bazı âyetler bize göre mana akışına ve anlam örgüsüne uygun olmayan görüş ve yorumlara tabi kılınmıştır. Elinizdeki eserde bu görüşler irdelenerek konuya; ilahî koruma açısından değil, muhataplarının vahye karşı tutumu açısından yaklaşılmıştır.
Özgün çalışmalar yapmak ve yeni fikirler ortaya koymakla mükellef olan akademik çevrede: Yeni bir görüş ortaya koyarsam, acaba bana ne derler? kaygısı, bir tür çevre baskısı söz konusudur. Bu endişeye kapılmayarak şahsî fikirleri açıkça ifade etmek veya hâkim kanaat ve düşünceye muhalif olan ilim adamlarının görüşlerini ortaya koymak, onları benimsemek neredeyse cesaret olarak nitelendirilmekte, bu da ilmî çalışmanın ve fikrî gelişmenin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.
Birbirinin şahsiyetini rencide etmeden, sadece ilim ve fikir üzerinde yoğunlaşarak, tam bir ilmî istiklâl ve fikrî hürriyet içinde serdettikleri farklı görüşler sayesinde yaşadıkları çağı aşmış olanların bugünkü durumlarının sebeplerinden biri, belki de birincisi, bizce budur.
Nüzûl döneminde; Sahâbe ve Müşrik muhatapları tarafından lafız ve mana itibariyle maksadı istikametinde anlaşılmadığına dair herhangi bir tartışmanın olmadığını, ancak vahiy olup olmadığı hususunda “iman” ve “küfür”e konu olduğunu bildiğimiz Kur’an-ı Kerim; zaman içinde O’na inananlar arasında -temel konularda olmasa da- bazı farklı anlamalara konu olmuştur. Kur’an’ı farklı anlamada, yaşanılan çağın inanç ve düşünce biçimleri vb. hususlar etkili olmuştur. “Kur’an’a dönemsel yaklaşım” diyebileceğimiz bu yöntemle bazı benzerlikleri olmakla birlikte “Kur’an’a çağdaş yaklaşım” söylemi; modern çağ olarak nitelendirilen günümüze ait ve çok daha geniş kapsamlı bir kavram olup, bu ifadeyle genel olarak; ekonomik, sosyal, siyasal, bilimsel, felsefî vb. gelişmeler ışığında Kur’an’ın modern hayatla uyumlu olarak yorumlanması kastedilmektedir. Kur’an’la ilgili farklı anlam ve yorumlara ulaşmada, O’na muhatap oluş keyfiyetinin; yani Kur’an’a Hz. Peygamber’in ağzından dinleyici olarak muhatap olmakla, mushaf / metin üzerinden okuyucu olarak muhatap olmanın rolü ve etkisi üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyiz. Bu bağlamda; “indirildiği dönemin şartlarını, muhataplarını dikkate almadan, sadece metin ve yaşadığımız çağın imkân ve değerleri üzerinden Kur’an’ı; indiriliş amacı istikametinde anlamak ne derece mümkündür?” sorusu bizce anlamlıdır. Bu açılardan bakıldığında “Kur’an’a çağdaş yaklaşım, Kur’an’ın çağdaş yorumu vb.” söylemlerin cazibesinin vadettiği neticelerin sıhhati konusunda ihtiyatlı olmak, hatta bu yaklaşımın; Kur’an’ın indirildiği dönemdeki temel anlamını gölgelemek gibi sonuçlara yol açabileceğini hesap etmek gerektiği düşüncesindeyiz. Bu mütevazı çalışmada ana tema olarak; Kur’an’ın indirildiği dönemdeki anlamıyla, çağdaş yaklaşım yöntemi ve neticeleri örnekler eşliğinde mukayese edilerek ulaşılan kanaat, siz değerli okuyucularla paylaşılmaktadır.
Devamını Kapat
Kurândan ve Dinler tarihinden anladığımıza göre iki türlü din olgusundan bahsetmek mümkündür.
Bunlardan biri: insanlar tarafından oluşturulan Tanrı eksenli din, diğeri de vahye dayalı insan eksenli dindir. Vahiy dininin hükümleri ile insanın ihtiyaçları birlikte tetkik edildiğinde, dinin münhasıran insan için vazedildiği; dolayısıyla insan eksenli din nitelendirmesinin isabetli olduğu anlaşılır.
Ne var ki Peygamberler döneminde insanı merkeze alan ve onun sorunlarını çözmeyi amaçlayan vahiy dini, zamanla eksen kaymasına uğramış ve insan; dinin etrafında dolaştırılmaya başlamıştır. Bu ise insan için olan dini, insanın önüne geçirmek, başka bir ifade ile; atı süvarinin sırtına bindirmektir.
Hakkımda yazılmış köşe yazıları, kayıtlı video arşivleri ve röportajları incelemek için aşağıdaki yönlendirme düğmesine tıklayın.
Benimle iletişime geçmek için iletişim sayfasındaki iletişim formunu doldurarak bana e-posta gönderebilirsiniz.
Copyright © 2023 Prof. Dr. Hasan Elik - All Rights Reserved.
Prof. Dr. Hasan Elik
E-posta: info@hasanelik.com
Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.