Mabetten Hayata-2 İslami Denge kitabım hakkındaki köşe yazısını aşağıdaki yönlendirme düğmesine tıklayarak okuyabilirsiniz.
Tevhit Mesajı
“Hâdimü’l-Kur’an” olmak ne büyük bir onur ve mutluluk... Her kim ki iyi niyet ve şuurlu bir şekilde Kur’an’a hizmet ediyor Allah onlardan razı olsun. Kur’ân-ı Kerim’in, Allah’ın Sevgili Elçisine gönderdiği, “hayatı ve kâinatı okuma ve anlama kılavuzu” olduğu herkesin malumudur. Fakat bütün araştırma ve incelemelere rağmen “kâinat” nasıl müşkil bir yapıya sahipse, onun kullanım kılavuzu olan kitap da bir o kadar müşkildir. Bunun temelinde, ilâhî bir kelâm olmasının yanı sıra, kıyamete kadar devam edecek bir kitap olması yer almaktadır. Çünkü bu kitap tarihin her dönemine ve her insana hitap edecektir. Kuşkusuz her dönemde de anlama, anlamlandırma ve yorumlama farklılıkları olacaktır.
Âlimler yaşadıkları dönemlerin özellikleri bağlamında onu anlamaya çalışıyorlar. Milyarlarca insandan bir insanın, yine milyonlarca okumuş yazmış insan arasından bir insanın, binlerce âlim arasından bir âlimin; tek, eşsiz, hiçbir şeye muhtaç olmayan, bütün varlıkların O’na muhtaç olduğu, gizli ve açık, ezelî ve ebedî her şeyi bilen ve gören Allah’ın sözlerini, ceffelkalem, “Ben anladım, Allah böyle diyor” demesi mümkün değildir. Peki, mademki durum böyle, öyleyse onu okumaktan ve anlamaya çalışmaktan geri mi duracağız Elbette hayır. Anlamak için daha çok çalışacağız.
Böyle bir durum “Allah’ın kelâmı” için söz konusu olurken, sanki kâinatla ilgili bilgilere daha mı kolay ulaşılmaktadır Ne var ki kâinatla ilgili bilgilerimizde de, “Bu, budur” kesinliği içinde olamıyoruz. Varlığı ve varlıkları anlamaya çalışıyoruz. Varlıkları anlayabilmek için de öncelikle “var eden”i bilmek gerekir. Bu da bizi “tevhid”e götürür. Tevhidi bilmezsek, kesreti hiç bilemeyiz ve kesrette kaybolup gideriz.
Nasıl 1 bilinmeden 2 bilinmezse, “inanç” ve “hayat” açısından da durum aynıdır. “Bildim seni ey rab bilinmez meşhur” diyerek “tevhid”e sarılmak, akıllı insanın başvuracağı bir yöntemdir. Çünkü hayatın her alanı meçhullerle doludur. Yüzyıllardır her devrin âlimleri “kâinat”ı ve “kâinat kitabı”nı anlamaya çalışmış ve her bir âlim kendinden öncekilerin bir devamı olarak duvara bir tuğla koymak için uğraşmış...
İslâmî literatürde bir “sözlü”, bir de “sözsüz” ayet vardır. Sözlü ayet Kur’ân-ı Kerim, sözsüz ayet ise fizik âlemdir. Matematiğinden kimyasına, fiziğine, biyolojisine kadar bütün bilimler “sözsüz ayetleri” anlamaya ve anlatmaya çalışırlar. Bunlar bazen isabet eder, bazen da yanılırlar. Bugün isabet ettiğini düşündüğü bir şey, zaman içerisinde isabetsiz bir hale de gelebilir. “Bilimde sınır yoktur” denirken, Allah’ın yaratmasındaki gizem dile getiriliyor demektir. Biz gizemin gizemine vâkıf oldukça heyecanımız artıyor ve onun dünyasına girmekten mutlu oluyoruz.
Ellerimizle tutup, gözlerimizle gördüğümüz fizik âlem böyle olunca, elbette “Allah’ın kelâmı” da anlaşılma açısından demir bir leblebiden farksız olacaktır. İnsan, Allah’ın kelâmını her yaş döneminde nasıl farklı farklı anlıyor ve heyecanlanıyorsa, insanlık da fikrî, ilmî gelişmeler doğrultusunda her dönemde kâinata farklı anlamlar yüklemektedir. Meselâ kaç defa okuduğumu
hatırlamıyorum ama Kur’an-ı Kerim’in mealini her okuduğumda, sanki ilk defa okuyormuş gibi heyecanlanıyorum. Okuduğum ayetlerin çağrışımları her defasında çok farklı oluyor.
Kur’an-ı Kerim nazil olduğundan beri insanlar onu anlamak için çalışıyorlar. Mealler yazıyorlar, tercüme ve tefsirler yapıyorlar. Özellikle son yıllarda tercüme, meal ve tefsir çalışmalarında ciddi bir artış gözleniyor. Bu gayretlerin her biri, bir heyecanın, iyi niyetle paylaşmanın bir ürünü olarak görüyorum. Âlimler bildiklerini ve öğrendiklerini kendilerinde tutmanın vebal olduğunu bildikleri için hemen kaleme sarılıyorlar. Bu çalışmaların her biri, meali veya tefsiri yapan kişinin ilmî, fikrî ve karakterî özelliklerini de taşıyor. Zaten bu yüzden yapılan meal ve tefsir çalışmalarına Kur’an demiyoruz. Çünkü bunlar âlimlerin Kur’an’ı anlama ve anlamlandırma gayretleridir.
***
Sözü yeni yayımlanan Hasan Elik Hoca’nın Tevhit Mesajı adlı çalışmasına getirmek istiyorum. Düşünmenin, yazmanın, kelimeleri arka arkaya anlamlı bir şekilde getirmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen biri olarak, “Allah’ın kelâmı”nı aslından okuyup anlamaya çalışmak ve anladıklarını Türkçe olarak ifade etmek hiç de kolay bir şey değildir.
Seyahatin bile sorun olduğu bir zaman diliminde, ilim öğrenmek için Tokat’tan kalkıp İstanbul’a gideceksin, sıradan biri olmamak için de gece gündüz çalışacaksın, burada öğrendiklerini de taçlandırmak için Allah’ın Resulünün yaşadığı, ayak bastığı yerleri görmek isteyeceksin, burada Kur’an’ın indirildiği ortamları ve oranın dil özelliklerini öğrenmeye çalışacaksın.
Arap, Kur’ânî kelimeleri nasıl kullanıyor ve anlamlandırıyor, Arapçadaki deyimler nasıl oluşmuş ve deyimlerin hikâyeleri nasıl Bunlar tefsirin olmazsa olmazları... Kur’an’ın nazil olduğu bölgenin dilinin bilinmesi, Kur’an’ın anlamının anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Hasan Elik Hoca on beş yıl kaldığı Mekke’de bunu yapmış...
Bütün bunlara ilâve olarak Hasan Hoca, özellikle İç Anadolu’nun samimi, saf, temiz, duru, onurlu, omurgalı duruşunu ilmine ve fikrine katık yapmış. En anlaşılır Türkçeyi Allah’ın kelâmına yoldaş etmiş. İslâm’ın özü, iliği olan “tevhid”i, çalışmasının temeline oturtmuş, onun üstünü ve çevresini de en anlaşılır bir dille örmeye çalışmış.
Allah’ın kelâmının enginliğini ve çok boyutlu oluşunu bildiği için de, Hz. Peygamber’i tevhide yoldaş kılarak, onun çevresinde gelişen olayları dikkatle izlemek suretiyle vahyin / tevhidin anlaşılmasına çalışmış... “Vallahü a`lemü bi-murâdihî” demeyi de hiç ihmal etmemiş.
Elik Hoca tefsirinde, Türkçe okuyan ve anlayan insanları hedef kitlesi olarak seçmiş... “Ben Türk insanına Allah’ın kelâmını nasıl ulaştırabilirim Ülkemin insanlarını Kur’an’la nasıl iletişime geçirebilirim ” düşüncesiyle kaleme aldığı tek ciltlik tefsiriyle, tercüme değil de Türkçe yazılmış bir metni okuyormuş gibi rahat bir dil ve üslûpla okuyucunun karşısına çıkmış...
Tefsirin en önemli özelliklerinden biri, belki de en başta geleni, müellifin birincil kaynaklardan istifade ederek “sahih bilgi”yi Türk okuyucusu ile buluşturmasıdır. Türkçesi anlaşılır ve sade, imlâsı da oldukça özenli ve tutarlı... Okurken, “Bu âyette ne demek isteniyor ” demiyorsunuz. Çünkü söylenmek istenen anlaşılır bir dille anlatılıyor.
Bütün bu güzellikleri taçlandıran tefsirin bir başka yönü de tasarımıdır. Burada da oldukça özenli, dikkatli, estetik kaygılı bir emek kendini hissettiriyor.
Hasan Hoca zora talip olmuş, Allah da emeğini zayi etmemiş, yoğun bir emek ürünü olan çalışmasının kisve-i tab`a bürünmesi için ona güç, kuvvet ve imkân vermiş... Ne mutlu “tevhid”in mesajını alanlara...
Bu arada kaydetmem gerekir ki bazıları vardır, insanın yüzüne baktıklarında gözdeki nuru / sevgiyi değil de çapağı görürler. Aslında niyetler ne kadar farklı olursa olsun “tevhidin nuru” insana istikamet verir veya vermesi gerekir, şayet o kişide bir cevher varsa...
Bugünlerde Tokat’ta doğup büyüyen ve Marmara Üniversitesinin yetiştirdiği sayılı hafız ve bilim adamlarından olan hemşerimiz Prof.Dr. Hasan Elik Hocanın “Mabetten Hayata” Serisinin 2. Kitabı olan “İslam ve Denge” adlı ikinci kitabını okuyorum. Gerçekten de “İslam ve Denge” kitabı hayata dengesiz ve saçma davranan ve konuşan insanlara rehber niteliğinde bir kitap. Ben kendi adıma faydalandım ve Kitaptan hoşuma giden ve beğendiğim bölümleri seninle paylaşayım dedim. Güzellikleri güzel kardeşlerimizle paylaştıkça çoğalıyor çünkü.Sevgili dostum,“Allah’ın ilmi sıfatı, güç ve kuvvet sıfatlarıyla birlikte zikredilir”Allah’ın varlığı, birliği ilim ve sıfatları ile büyüklüğünü anlamak biz fanileri aciz bırakır. Bizim anlayacağımız O’nun iminden kapasitemiz kadardır.Sevgili dostum,“Cehalet aklın ve ruhun zindanıdır”Okumayan, öğrenmeyen ve güzel bilgileri anlatan insan konuşunca da “sus” diyen insanlar ne kadar karanlıklar içinde kaldıklarının farkına varamazlar. Onlar için nefislerini ve şeytanı eğlendirmek için bilgi ve sevgi dolu insanlar alay etmek onlar için akıllı ve ruhlarını rahatlatan aldatmacadır ama bunun farkına varmak için arif olmak gerek. Hoca kısa cümlede bunu ne güzel anlatmış. Zindanda kalan ruhlara ve akıl tutulmasına tutulmuşlara acımak ve dua etmek lazım.Sevgili dostum, Kitapsever Kardeşim,“Bilgi hayatın içine girmeli. Bilgi Üniversitede 4 duvar arasında okutulup, orada kalacak bir şey değil. O, damarlarınızda akan kan gibi hayatın içine girecek”Burada anlatılmak istenen bilginin öğrenilerek farkına varıldıktan sonra uygulanmazsa işe yaramadığıdır. İnsanlar, bilgi sahibi insanların bilgisini kabullenemedikleri için çok zaman bunun ikinci aşaması olan alay etme yoluna giderek öğrendikleri ilimi uygulamadıkları için aslında alay edilecek duruma düşerler. Çok insan da aynı durumda değil mi? Sevgili dostum,Kitaptan aldığım notlara ve onları yorumlamaya devam edelim.“Bilgi, hikmet ve kitaba dayanmayan din anlayışları, ne dindara ne de dine değer sağlar. Bilakis dine ve dindara en çok zararı verendin adına konuşanların bilgi ve hikmetten yoksun olmalarıdır”İmini kitap okuyarak, artırmak yerine kahvehane dedikoduları ile uğraşan, bilgili insanı küçümseyen ve onun ilminden faydalanmayı gururuna yediremeyen ve “sus” demekle de bilgili olunamayacağı gibi, meslek sahibi ve kariyer sahibi diye ilimden yoksun insanları dinlemekle de bilgili adam olunmaz. Kime nasıl değer vereceğini bilmek ve faydalanacağı konusunda nasıl yol alacağını bilmeyen insanlar gerçek manada kendilerine zarar veriyorlar. Hocamız bunu güzel anlatmış yukarda. Amaç değer sağlamaksa bizler önce bilgi sonra sağlam kişilik ve kime nasıl davranacağını bilen insanlar olarak, hareket edersek o zaman hem kendimize, hem mensup olduğumuz çevreye ve dine değer katmış oluruz. Bu durum hem manevi hayatımız için hem de iş hayatımız ve toplumsal hayatımız içinde geçerli olan bir şey. Hem okumayan, hem bununla gurur duyan, bilginin hikmetini anlamayarak bilgili olmak için çaba harcayan insanı küçümseyen, hatta azarlayarak tersleyerek, kendine değer kattığını zanneden insanı ne kadar iyi anlatıyor. Sevgili dostum, Bilmek ne kadar gerekli ise, bazı özel şeyleri bilmemek de o kadar insani bir durumdur”Bilmemiz gereken şeyler, hayatımızı kolaylaştıracak ve bize artı değer katacak şeylerdir. İnsanların özel hayatlarını, bilmemizi istemedikleri şeyleri yaşı, maaşı, serveti gibi özel şeyleri bilmemek de bizim bilmemiz gereken durum olmalı. Ama nereye gitsek yaşımızdan başlayıp maaşımıza, ne zaman emekli olacağımıza kadar sorulara muhatap olmak insanı sıkıyor ve sorana karşı soğuk mesafeli hatta önyargılarla yaklaşmamızı sağlıyor. Burada Hocamız güzel anlatmış ve burada derim ki “ geneli bilmeli özeli ise bilmemeliyiz” ki hayatta öğrenerek ilerleyelim.Sevgili dostum,“Uzmanlar işbaşına gelmelidir. Tabii tecrübe göstermiştir ki gelişmiş toplumlarda uzman insanlar iş başında iken, geri kalmış ülkelerde ise genellikle uzmanlar pasifize edilir”Sadece toplumlarda değil, kurumlarda, ailelerde köylerde bile çok zaman bu yaşanıyor. Okuyan, öğrenen, bilen insanı dinlememek için akla hayale gelmeyecek davranışlar mazeretler uyduruluyor. Yalaka olan, yağ çekenler itibar görüyor. Eserleri okunmasın diye engeller konuyor ortaya. Gene de üreten uzmanlaşan insanlara cahillerin tavırları vız geliyor. Cahilin cehli varsa bilginin de azmi var.Sevgili dostum,“Hz. Muhammedin ve tebliğ ettiği dinin muzaffer olmasının sırrı budur. O ne hayattan vazgeçmiş ne de dinden vazgeçmiştir”Çünkü hemen korkmak ve vazgeçmek vasıfsız ve aciz insanın işidir. Bizi azimli kılan ve gayretimizi artıran da Peygamberin azimle dolu hayatı olmuştur. Bunu da hem konuşmalarımızda hem yazdıklarımızda anlatmak her zaman bizlere daha çok azimli olmak duygusu vermiştir.Sevgili dostum,Mektubumda buraya kadar hem kitaptan alıntılar yaptım hem yorumladım. Ama kitaptan o kadar not tuttum ki senin için, buradan sonrası sadece kitaptan alıntılara yer verecek yorum yapmayacağım. Yorumları sen yaparsın. Okuyan anlar zaten.“Herkesin aynı şeyi düşündüğü bir yerde hiç kimse düşünmüyor demektir”“Müslümanların taşıdıkları isimlere layık olması lazım”“Hoşgörüden bahsetmek için önce güçlü olacaksın”“Hoşgörü karşılıklıdır”“İnsanın kendini keşfetmesi ve ifadesine hakim olması dış alemin keşfinden Ona hakim olmaktan daha zor daha önemli ve daha değerlidir ““Maddecilik ve dünyaprestlik ne kadar yanlışsa, maneviyatçılık, ruhçuluk ve dünyacılık da o kadar yanlıştır.”“İşimiz var dinimiz gibi, dinimiz var işimiz gibi”“İnsan madde ile mananın, ruh ile bedenin çok özel sentezi sonucu meydana gelmiş çok özel bir varlıktır”“Hangi görüş bir insanın fıtratından meydana gelen bir şeyi yok sayıyor veya yok etmek istiyorsa islama terstir” Sevgili dostum,Kitapta denge üzerine daha bir çok tespit var ve ben kitabı okuyup da üzerinde düşündüm. Bu kitabı sana hediye etmek isterim . Senin de okuyarak çevrene hediye edeceğine inanıyorum. Güzel kitapları sadece konuşmayalım, okuyalım, anlayalım, yaşayalım ve hediye de edelim. Bakarsın okuyan 40 sene sonra bile bizi sevgiyle anar.
Tevhit Mesajı
“Hâdimü’l-Kur’an” olmak ne büyük bir onur ve mutluluk... Her kim ki iyi niyet ve şuurlu bir şekilde Kur’an’a hizmet ediyor Allah onlardan razı olsun. Kur’ân-ı Kerim’in, Allah’ın Sevgili Elçisine gönderdiği, “hayatı ve kâinatı okuma ve anlama kılavuzu” olduğu herkesin malumudur. Fakat bütün araştırma ve incelemelere rağmen “kâinat” nasıl müşkil bir yapıya sahipse, onun kullanım kılavuzu olan kitap da bir o kadar müşkildir. Bunun temelinde, ilâhî bir kelâm olmasının yanı sıra, kıyamete kadar devam edecek bir kitap olması yer almaktadır. Çünkü bu kitap tarihin her dönemine ve her insana hitap edecektir. Kuşkusuz her dönemde de anlama, anlamlandırma ve yorumlama farklılıkları olacaktır.
Âlimler yaşadıkları dönemlerin özellikleri bağlamında onu anlamaya çalışıyorlar. Milyarlarca insandan bir insanın, yine milyonlarca okumuş yazmış insan arasından bir insanın, binlerce âlim arasından bir âlimin; tek, eşsiz, hiçbir şeye muhtaç olmayan, bütün varlıkların O’na muhtaç olduğu, gizli ve açık, ezelî ve ebedî her şeyi bilen ve gören Allah’ın sözlerini, ceffelkalem, “Ben anladım, Allah böyle diyor” demesi mümkün değildir. Peki, mademki durum böyle, öyleyse onu okumaktan ve anlamaya çalışmaktan geri mi duracağız Elbette hayır. Anlamak için daha çok çalışacağız.
Böyle bir durum “Allah’ın kelâmı” için söz konusu olurken, sanki kâinatla ilgili bilgilere daha mı kolay ulaşılmaktadır Ne var ki kâinatla ilgili bilgilerimizde de, “Bu, budur” kesinliği içinde olamıyoruz. Varlığı ve varlıkları anlamaya çalışıyoruz. Varlıkları anlayabilmek için de öncelikle “var eden”i bilmek gerekir. Bu da bizi “tevhid”e götürür. Tevhidi bilmezsek, kesreti hiç bilemeyiz ve kesrette kaybolup gideriz.
Nasıl 1 bilinmeden 2 bilinmezse, “inanç” ve “hayat” açısından da durum aynıdır. “Bildim seni ey rab bilinmez meşhur” diyerek “tevhid”e sarılmak, akıllı insanın başvuracağı bir yöntemdir. Çünkü hayatın her alanı meçhullerle doludur. Yüzyıllardır her devrin âlimleri “kâinat”ı ve “kâinat kitabı”nı anlamaya çalışmış ve her bir âlim kendinden öncekilerin bir devamı olarak duvara bir tuğla koymak için uğraşmış...
İslâmî literatürde bir “sözlü”, bir de “sözsüz” ayet vardır. Sözlü ayet Kur’ân-ı Kerim, sözsüz ayet ise fizik âlemdir. Matematiğinden kimyasına, fiziğine, biyolojisine kadar bütün bilimler “sözsüz ayetleri” anlamaya ve anlatmaya çalışırlar. Bunlar bazen isabet eder, bazen da yanılırlar. Bugün isabet ettiğini düşündüğü bir şey, zaman içerisinde isabetsiz bir hale de gelebilir. “Bilimde sınır yoktur” denirken, Allah’ın yaratmasındaki gizem dile getiriliyor demektir. Biz gizemin gizemine vâkıf oldukça heyecanımız artıyor ve onun dünyasına girmekten mutlu oluyoruz.
Ellerimizle tutup, gözlerimizle gördüğümüz fizik âlem böyle olunca, elbette “Allah’ın kelâmı” da anlaşılma açısından demir bir leblebiden farksız olacaktır. İnsan, Allah’ın kelâmını her yaş döneminde nasıl farklı farklı anlıyor ve heyecanlanıyorsa, insanlık da fikrî, ilmî gelişmeler doğrultusunda her dönemde kâinata farklı anlamlar yüklemektedir. Meselâ kaç defa okuduğumu
hatırlamıyorum ama Kur’an-ı Kerim’in mealini her okuduğumda, sanki ilk defa okuyormuş gibi heyecanlanıyorum. Okuduğum ayetlerin çağrışımları her defasında çok farklı oluyor.
Kur’an-ı Kerim nazil olduğundan beri insanlar onu anlamak için çalışıyorlar. Mealler yazıyorlar, tercüme ve tefsirler yapıyorlar. Özellikle son yıllarda tercüme, meal ve tefsir çalışmalarında ciddi bir artış gözleniyor. Bu gayretlerin her biri, bir heyecanın, iyi niyetle paylaşmanın bir ürünü olarak görüyorum. Âlimler bildiklerini ve öğrendiklerini kendilerinde tutmanın vebal olduğunu bildikleri için hemen kaleme sarılıyorlar. Bu çalışmaların her biri, meali veya tefsiri yapan kişinin ilmî, fikrî ve karakterî özelliklerini de taşıyor. Zaten bu yüzden yapılan meal ve tefsir çalışmalarına Kur’an demiyoruz. Çünkü bunlar âlimlerin Kur’an’ı anlama ve anlamlandırma gayretleridir.
***
Sözü yeni yayımlanan Hasan Elik Hoca’nın Tevhit Mesajı adlı çalışmasına getirmek istiyorum. Düşünmenin, yazmanın, kelimeleri arka arkaya anlamlı bir şekilde getirmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen biri olarak, “Allah’ın kelâmı”nı aslından okuyup anlamaya çalışmak ve anladıklarını Türkçe olarak ifade etmek hiç de kolay bir şey değildir.
Seyahatin bile sorun olduğu bir zaman diliminde, ilim öğrenmek için Tokat’tan kalkıp İstanbul’a gideceksin, sıradan biri olmamak için de gece gündüz çalışacaksın, burada öğrendiklerini de taçlandırmak için Allah’ın Resulünün yaşadığı, ayak bastığı yerleri görmek isteyeceksin, burada Kur’an’ın indirildiği ortamları ve oranın dil özelliklerini öğrenmeye çalışacaksın.
Arap, Kur’ânî kelimeleri nasıl kullanıyor ve anlamlandırıyor, Arapçadaki deyimler nasıl oluşmuş ve deyimlerin hikâyeleri nasıl Bunlar tefsirin olmazsa olmazları... Kur’an’ın nazil olduğu bölgenin dilinin bilinmesi, Kur’an’ın anlamının anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Hasan Elik Hoca on beş yıl kaldığı Mekke’de bunu yapmış...
Bütün bunlara ilâve olarak Hasan Hoca, özellikle İç Anadolu’nun samimi, saf, temiz, duru, onurlu, omurgalı duruşunu ilmine ve fikrine katık yapmış. En anlaşılır Türkçeyi Allah’ın kelâmına yoldaş etmiş. İslâm’ın özü, iliği olan “tevhid”i, çalışmasının temeline oturtmuş, onun üstünü ve çevresini de en anlaşılır bir dille örmeye çalışmış.
Allah’ın kelâmının enginliğini ve çok boyutlu oluşunu bildiği için de, Hz. Peygamber’i tevhide yoldaş kılarak, onun çevresinde gelişen olayları dikkatle izlemek suretiyle vahyin / tevhidin anlaşılmasına çalışmış... “Vallahü a`lemü bi-murâdihî” demeyi de hiç ihmal etmemiş.
Elik Hoca tefsirinde, Türkçe okuyan ve anlayan insanları hedef kitlesi olarak seçmiş... “Ben Türk insanına Allah’ın kelâmını nasıl ulaştırabilirim Ülkemin insanlarını Kur’an’la nasıl iletişime geçirebilirim ” düşüncesiyle kaleme aldığı tek ciltlik tefsiriyle, tercüme değil de Türkçe yazılmış bir metni okuyormuş gibi rahat bir dil ve üslûpla okuyucunun karşısına çıkmış...
Tefsirin en önemli özelliklerinden biri, belki de en başta geleni, müellifin birincil kaynaklardan istifade ederek “sahih bilgi”yi Türk okuyucusu ile buluşturmasıdır. Türkçesi anlaşılır ve sade, imlâsı da oldukça özenli ve tutarlı... Okurken, “Bu âyette ne demek isteniyor ” demiyorsunuz. Çünkü söylenmek istenen anlaşılır bir dille anlatılıyor.
Bütün bu güzellikleri taçlandıran tefsirin bir başka yönü de tasarımıdır. Burada da oldukça özenli, dikkatli, estetik kaygılı bir emek kendini hissettiriyor.
Hasan Hoca zora talip olmuş, Allah da emeğini zayi etmemiş, yoğun bir emek ürünü olan çalışmasının kisve-i tab`a bürünmesi için ona güç, kuvvet ve imkân vermiş... Ne mutlu “tevhid”in mesajını alanlara...
Bu arada kaydetmem gerekir ki bazıları vardır, insanın yüzüne baktıklarında gözdeki nuru / sevgiyi değil de çapağı görürler. Aslında niyetler ne kadar farklı olursa olsun “tevhidin nuru” insana istikamet verir veya vermesi gerekir, şayet o kişide bir cevher varsa...
Bugünlerde Tokat’ta doğup büyüyen ve Marmara Üniversitesinin yetiştirdiği sayılı hafız ve bilim adamlarından olan hemşerimiz Prof.Dr. Hasan Elik Hocanın “Mabetten Hayata” Serisinin 2. Kitabı olan “İslam ve Denge” adlı ikinci kitabını okuyorum. Gerçekten de “İslam ve Denge” kitabı hayata dengesiz ve saçma davranan ve konuşan insanlara rehber niteliğinde bir kitap. Ben kendi adıma faydalandım ve Kitaptan hoşuma giden ve beğendiğim bölümleri seninle paylaşayım dedim. Güzellikleri güzel kardeşlerimizle paylaştıkça çoğalıyor çünkü.Sevgili dostum,“Allah’ın ilmi sıfatı, güç ve kuvvet sıfatlarıyla birlikte zikredilir”Allah’ın varlığı, birliği ilim ve sıfatları ile büyüklüğünü anlamak biz fanileri aciz bırakır. Bizim anlayacağımız O’nun iminden kapasitemiz kadardır.Sevgili dostum,“Cehalet aklın ve ruhun zindanıdır”Okumayan, öğrenmeyen ve güzel bilgileri anlatan insan konuşunca da “sus” diyen insanlar ne kadar karanlıklar içinde kaldıklarının farkına varamazlar. Onlar için nefislerini ve şeytanı eğlendirmek için bilgi ve sevgi dolu insanlar alay etmek onlar için akıllı ve ruhlarını rahatlatan aldatmacadır ama bunun farkına varmak için arif olmak gerek. Hoca kısa cümlede bunu ne güzel anlatmış. Zindanda kalan ruhlara ve akıl tutulmasına tutulmuşlara acımak ve dua etmek lazım.Sevgili dostum, Kitapsever Kardeşim,“Bilgi hayatın içine girmeli. Bilgi Üniversitede 4 duvar arasında okutulup, orada kalacak bir şey değil. O, damarlarınızda akan kan gibi hayatın içine girecek”Burada anlatılmak istenen bilginin öğrenilerek farkına varıldıktan sonra uygulanmazsa işe yaramadığıdır. İnsanlar, bilgi sahibi insanların bilgisini kabullenemedikleri için çok zaman bunun ikinci aşaması olan alay etme yoluna giderek öğrendikleri ilimi uygulamadıkları için aslında alay edilecek duruma düşerler. Çok insan da aynı durumda değil mi? Sevgili dostum,Kitaptan aldığım notlara ve onları yorumlamaya devam edelim.“Bilgi, hikmet ve kitaba dayanmayan din anlayışları, ne dindara ne de dine değer sağlar. Bilakis dine ve dindara en çok zararı verendin adına konuşanların bilgi ve hikmetten yoksun olmalarıdır”İmini kitap okuyarak, artırmak yerine kahvehane dedikoduları ile uğraşan, bilgili insanı küçümseyen ve onun ilminden faydalanmayı gururuna yediremeyen ve “sus” demekle de bilgili olunamayacağı gibi, meslek sahibi ve kariyer sahibi diye ilimden yoksun insanları dinlemekle de bilgili adam olunmaz. Kime nasıl değer vereceğini bilmek ve faydalanacağı konusunda nasıl yol alacağını bilmeyen insanlar gerçek manada kendilerine zarar veriyorlar. Hocamız bunu güzel anlatmış yukarda. Amaç değer sağlamaksa bizler önce bilgi sonra sağlam kişilik ve kime nasıl davranacağını bilen insanlar olarak, hareket edersek o zaman hem kendimize, hem mensup olduğumuz çevreye ve dine değer katmış oluruz. Bu durum hem manevi hayatımız için hem de iş hayatımız ve toplumsal hayatımız içinde geçerli olan bir şey. Hem okumayan, hem bununla gurur duyan, bilginin hikmetini anlamayarak bilgili olmak için çaba harcayan insanı küçümseyen, hatta azarlayarak tersleyerek, kendine değer kattığını zanneden insanı ne kadar iyi anlatıyor. Sevgili dostum, Bilmek ne kadar gerekli ise, bazı özel şeyleri bilmemek de o kadar insani bir durumdur”Bilmemiz gereken şeyler, hayatımızı kolaylaştıracak ve bize artı değer katacak şeylerdir. İnsanların özel hayatlarını, bilmemizi istemedikleri şeyleri yaşı, maaşı, serveti gibi özel şeyleri bilmemek de bizim bilmemiz gereken durum olmalı. Ama nereye gitsek yaşımızdan başlayıp maaşımıza, ne zaman emekli olacağımıza kadar sorulara muhatap olmak insanı sıkıyor ve sorana karşı soğuk mesafeli hatta önyargılarla yaklaşmamızı sağlıyor. Burada Hocamız güzel anlatmış ve burada derim ki “ geneli bilmeli özeli ise bilmemeliyiz” ki hayatta öğrenerek ilerleyelim.Sevgili dostum,“Uzmanlar işbaşına gelmelidir. Tabii tecrübe göstermiştir ki gelişmiş toplumlarda uzman insanlar iş başında iken, geri kalmış ülkelerde ise genellikle uzmanlar pasifize edilir”Sadece toplumlarda değil, kurumlarda, ailelerde köylerde bile çok zaman bu yaşanıyor. Okuyan, öğrenen, bilen insanı dinlememek için akla hayale gelmeyecek davranışlar mazeretler uyduruluyor. Yalaka olan, yağ çekenler itibar görüyor. Eserleri okunmasın diye engeller konuyor ortaya. Gene de üreten uzmanlaşan insanlara cahillerin tavırları vız geliyor. Cahilin cehli varsa bilginin de azmi var.Sevgili dostum,“Hz. Muhammedin ve tebliğ ettiği dinin muzaffer olmasının sırrı budur. O ne hayattan vazgeçmiş ne de dinden vazgeçmiştir”Çünkü hemen korkmak ve vazgeçmek vasıfsız ve aciz insanın işidir. Bizi azimli kılan ve gayretimizi artıran da Peygamberin azimle dolu hayatı olmuştur. Bunu da hem konuşmalarımızda hem yazdıklarımızda anlatmak her zaman bizlere daha çok azimli olmak duygusu vermiştir.Sevgili dostum,Mektubumda buraya kadar hem kitaptan alıntılar yaptım hem yorumladım. Ama kitaptan o kadar not tuttum ki senin için, buradan sonrası sadece kitaptan alıntılara yer verecek yorum yapmayacağım. Yorumları sen yaparsın. Okuyan anlar zaten.“Herkesin aynı şeyi düşündüğü bir yerde hiç kimse düşünmüyor demektir”“Müslümanların taşıdıkları isimlere layık olması lazım”“Hoşgörüden bahsetmek için önce güçlü olacaksın”“Hoşgörü karşılıklıdır”“İnsanın kendini keşfetmesi ve ifadesine hakim olması dış alemin keşfinden Ona hakim olmaktan daha zor daha önemli ve daha değerlidir ““Maddecilik ve dünyaprestlik ne kadar yanlışsa, maneviyatçılık, ruhçuluk ve dünyacılık da o kadar yanlıştır.”“İşimiz var dinimiz gibi, dinimiz var işimiz gibi”“İnsan madde ile mananın, ruh ile bedenin çok özel sentezi sonucu meydana gelmiş çok özel bir varlıktır”“Hangi görüş bir insanın fıtratından meydana gelen bir şeyi yok sayıyor veya yok etmek istiyorsa islama terstir” Sevgili dostum,Kitapta denge üzerine daha bir çok tespit var ve ben kitabı okuyup da üzerinde düşündüm. Bu kitabı sana hediye etmek isterim . Senin de okuyarak çevrene hediye edeceğine inanıyorum. Güzel kitapları sadece konuşmayalım, okuyalım, anlayalım, yaşayalım ve hediye de edelim. Bakarsın okuyan 40 sene sonra bile bizi sevgiyle anar.
Benimle iletişime geçmek için iletişim sayfasındaki iletişim formunu doldurarak bana e-posta gönderebilirsiniz.
Copyright © 2023 Prof. Dr. Hasan Elik - All Rights Reserved.
Prof. Dr. Hasan Elik
E-posta: info@hasanelik.com
GoDaddy Destekli
Web sitesi trafiğini analiz etmek ve web sitesi deneyiminizi optimize etmek amacıyla çerezler kullanıyoruz. Çerez kullanımımızı kabul ettiğinizde, verileriniz tüm diğer kullanıcı verileriyle birlikte derlenir.